ADALET
Tabi ki ben bir hukukçu değilim, ama, hukukçularımızın hoşgörüsüne sığınarak bir vatandaş olarak hukuktan ben ne anlıyorum, işte bu defa bu hususta görüş ve kanaatimi yazmak istiyorum..
Efendim hukuk nedir? Hukuk tarihinin tanımları nedir? bilmem ama ben diyorum ki; aklın ve vicdanın ürettiği (akıl ve vicdanın kaynağı ise bir başka bahis) insanın ve sonuçta tüm insanlığın hayrına ve yararına olan haklar ve yasaklar manzumesidir diye düşünüyorum hukuku..
İnançlı bir bakış açısıyla da ALLAH’ın razı olacağı veya olmayacağı, insanin insanla, insanın kendisi ve tüm canlılarla/eşyayla olan münasebetleri.. Bu anlayış içinde hemen başım(ız)daki çek hapsi belasıyla ilgili müşahhas konuya, bir kaza geçirip sedyede ağır yaralı halde iken yeni bir kazaya sokulacak talihsiz insanlarımızın, kendimin durumuna değinmek istiyorum..
Ben, işlerim iyi kötü devam ederken yaşadığım şehrin valisi, belediye başkanı, kamu, özel sektör, siyaset ve cemiyet yöneticileri, çalışanlarım, komşularım velhasıl tanıyan herkesin nezdinde iftihar ettiğim bir itibara sahip idim.. 80 kişiye istihdam sağladığım iki şirketim, ticaretim, bini aşkın müstahsilin sofrasına kazanç sağladığım üretimim, markam, (kobi) battı gitti ve ben kendi enkazımın altında güçsüz çaresiz bir durumda kala kaldım.. Bir ‘çek suçlusu’ sıfatıyla enkazımdan çıkıp çıkmayacağımı umursamayan devletimin adi bir cezası ile de karşı karşıyayım..
Ben inanıyorum ki bu 'çek hapsi' özü itibarıyla tam bir rezalet, gayri medeni, gayri insani, gayri hukuki ve tabi ki gayri ahlaki bir işkencedir.. İleri çizgide bir ifade kullandığımı biliyorum ama bu ifadelerimde ısrarlıyım.. Tabi ki suçlu ve tabiatıyla hapis gibi adi bir cezayla tecziye edilecek bir durumumun, niyetimin ve fiilimin olmadığını ben biliyorum.. Kaldı ki sıradan bir akıl ve vicdan sahibi herkes, bizim namuslu bir ticaret ve üretim yaptığımızı; yaptığımızın sadece, mubayaalarımızı senet-bono yerine ikame olmuş 'kutsanmış evrak' çek ile yapmaktan ibaret olduğunu anlar..
Peki! bir mahkemenin yargıcı ve ülkemizin yüksek yargıçları; bizimle aynı dünyada ve cemiyette yaşıyorlarsa aşağıdaki hususları düşünemez, bilemez ve göremezler mi?• Piyasada şekillenen bir takım uygulamaların yasalardaki tanımlarından kısmen veya tamamen uzaklaştığını, uygulamanın genel ve güncel, fakat yasadaki tanımın ise çok spesifik ve geride kaldığını düşünemez, göremezler mi?• Hayatın tabii akışının çeki çek olmaktan çıkardığını (hani Türk filmlerinde cebinden çek karnesini çıkarıp “kızımın peşini bırakman için kaç para istiyorsun?” diyen fabrikatör gibi siyah beyaz günlerde kaldığını) düşünemez, bilemez mi?
• Bu gün tüketici borçlanması dışında ve bazı özel işlemler dışında senedin ticari piyasalarda kullanım alanı yoktur, kalmamıştır.
• Büyük küçük tüm esnaf ve ticari işletmeler çeki olmayan, çek veremeyen bir esnaf, tüccar veya ticari işletmeye senetle mal ve hizmet satmaz, satmamaktadır..
• Diyelim ki bir ticari işlem için senet önerdiniz, kredisi ve itibarı olmayan bir müşteri durumuna düşersiniz.. Bu durumda kesinlikle iş yapamazsınız.. Hem bu duruma muhatap olan alıcı da, kendi müşterileri için istisnasız aynı kuralları tatbik eder..
• Bankalar, ticari kredilerinde müşteri çeklerine çok itibar eder, (hatta banka müdürlerinin yönlendirmesiyle) müşteri çeklerinin eksik kaldığı durumlarda ‘hatır çeki’ alınıp-verilir..
• Piyasa budur, çek; nakit ödeme ve havale aracı değildir artık ve tümüyle vadeli bir borçlanma, kredi teminatı (temlik), vadeli bir satın alma aracıdır.. Keza alınan müşteri çekleri de senetli alacak türünden vadeli bir tahsilat aracıdır..
• Peki dolandırıcılık şimdi bunun neresinde bunu kim söyleyecek? (Cari/açık hesap, senet veya çekli olarak) vadeli bir borcu bulunan bir iş sahibi, ticari bir sıkıntıya girdiyse ve borcunu gününde ödeyemez ise hangi akıl, hangi vicdan bu üç şekilden birini ‘dolandırıcılıktır’ kabul edip diğer iki seçeneğin vadesinde ödenmeyen bir borç olduğunu kabul eder, söyler?..
• Namuslu her ilgili, her taraf bunları bilir de yargı ve yargıçlar bilmez mi, bilemez mi?..Ve bir soru.. Yargıç, kararlarında neyle hareket eder, yasalarla ne kadar bağlı ve sınırlıdır?..Yargıtay Eski Başkanımız Prof. DR. Sami SELÇUK bu konuda şunları söylüyor;“..
Ceza yargılamasında kilit kavram ‘vicdani kanı’dır.
Neden?Çünkü, vicdan, göremediğimiz, ama ahlak ve adalet alanında güvendiğimiz biricik varlıktır. Sürekli yargıda bulunur; insanı yönlendirir.
Çünkü, temiz bir ‘vicdan, en yumuşak yastıktır’ (İncil);
‘bin kılıca bedeldir’ (Bonaparte).
‘Kötülükler, vicdanın göz ardı ettiği ürünlerdir’ (Disraeli).
Çünkü, ‘vicdanın buyruğunu dinleyen insan, yorulmaz’ (Bacon) ve kolay yanılmaz. Çünkü, ‘vicdan, adaletten (ve de Pascal`ın anlatımıyla ‘insana özgü uzman mahkemelerden’) daha güçlü olduğundan, kimi zaman kendini bile yargılar ve mahkûm eder’ (Kant). Dünya tarihi, bir bakıma vicdani yargı(lama)ların tarihidir.
İşte bu nedenlerle yargılama hukukunda adalet dağıtımı, ‘içimizdeki Tanrı’nın sesi olan’ (de Lamartine) bu en büyük yargıca teslim ve emanet edilmiştir.
Vicdani kanı/yargı kavramının yapısıyla ilgili kural şudur: ‘Yargıcın vicdani kanısı’, özünde bir ‘gerçeklik yargısı’dır. Peki, vicdanın gereksinmesi ne(ler)dir? Akıl, sağduyu. . Vicdan; ne öğrenim ister, ne de uzmanlık. ..” Aşağıya, Türk Hukuk Sitesi kütüphanesinde yayınlanmış iki avukatın yazılarından bölümler alıyorum..
Av. Coşkun ÖZBUDAK, Ankara Barosu “..Yargıçlar, Anayasaya, kanuna ve hukuka ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. (Anayasa md. 138) Dikkat edilirse burada vurgu yapılan, kanun ve hukuk değil, vicdani kanaattir. Kanun ve hukuk ise, vicdani kanaat oluşturulurken dikkate alınacak ölçü ve bir noktada da sınırdır.
Ancak vicdani kanaate göre karar vermek, keyfi karar vermek değildir. Bu sebepledir ki, hukukun kabul ettiği vicdani kanaat, objektifleştirilmiş, keyfiliğe izin vermeyen bir sübjektivitedir.. Soyut ve genel olan hukuk kuralları, sübjektif bir husus olan vicdani kanaatin mümkün olduğunca en objektif şekilde ortaya çıkmasını sağlamaya çalışır. Yine bu sebepledir ki, mahkeme kararları gerekçeli olmalı, hem de hukuki ve mantıki örgü korunup neden sonuç ilişkisi açıklanarak bir gerekçe oluşturulmalıdır.
Görülüğü üzere, sınırları ve ölçüsü belirtilse de, hukukun son noktası, temel hukuk metni olan Anayasa’ya göre dahi vicdandır. Peki, vicdani kanaatin; sınırını ve dikkate alacağı ölçüyü oluşturan kanun ve hukuku doğru algılayabilmesi, anlayabilmesi, yorumlayabilmesi, bir karar çıkartabilmesi, kısaca adil bir sonuca ulaşabilmesi için hukuk fakültesi diploması ve yargıç unvanı yeterli midir? Elbette bu sorunun yanıtı “hayır” olacaktır.Ancak bu yalnızca bir saptamadır. Asıl yapılması gereken (var olan ve yaşanan sorunlara sığınmak yerine) “farkında olmak” ve tekemmül etmenin yollarını aramaktır. Bu arayışın başlangıcı ise toplumu, yaşamı ve dünyayı algılamaya çalışmak ve entelektüel çabayı sürekli kılmaktır.
Diplomaya veya unvana yönelik eğitim elbette sınırlıdır, ama tekemmül etmeye yönelik eğitimin sınırı yoktur. Her eğitimin yalnızca o eğitimi alana değil, kişinin yakın çevresinden başlayarak var olduğu her ortama katkı sağladığı mutlaktır.Bu anlamda yargıcın kişisel eğitimi tüm topluma ve giderek insanlığa sunulmuş bir katkı olarak ayrıca önem kazanmaktadır……Genel olarak hukuku özel olarak da medeni yargılama hukukunu, aklın gereklerinden ve yaşamın gerçeklerinden koparmamak ve “usûl”ün, salt “şekil”den ibaret olmadığını göstererek, yaşayan bir organizma olan hukuku mekanik bir aygıta indirgenmekten kurtarmak ancak böylesi bir çabayla mümkündür.
… “Türk hukukçusu çağdaş gelişmelerin gerisinde kalmamalı; yasanın sözünde açıkça yer almasını beklemeden yapacağı yorumla (çek.MY…) mağduru(nu) korumalıdır.”Hukuk devletinde asıl olan güven içinde yaşamaktır..” Av.Naim Demirci, İstanbul Barosu Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir. Montesquieu
“.. Hukukun amacı, adaleti sağlamaktır. Adalet’in sağlanması ise, “vicdani kanaati” özgürce kullanabilen yargı mensupları kanalı ile gerçekleşebilir……
Kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur.
Eski Yunanlı düşünür Platon’a göre adalet en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır.
Aristoteles’in hareket noktasını ise eşitlik kavramı oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir……
Adalet’in, Allah tarafından sağlanacağına dair inanç ise, “İlahi Adalet” kavramını yaratmıştır. Amaç, “İlahi Adalet”in gerçekleşmesine yakın kararların verilmesini sağlamaktır, vicdan.. Felsefeye göre, iç huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan, bir kavram değil, kişinin bir yeteneğidir..
” Şimdi soruyorum, diyelim ki; 3167 Sayılı Kanununun ceza içeren hükümleri üzerinde 01.01.2009 tarihinden sonra ortaya çıkan TCK ya aykırılık yönünde bir ihtilaf, bir tartışma ve bu doğrultuda verilmiş bir sürü karar mevcut değil, olmasın.. Bu takdirde dahi, bir yargıç vicdani kanaatini aşarak, yokmuş gibi davranarak (çok zor olmalı, büyük sermaye sahiplerinin lüksü halinde çalışan) kurulu bir düzenin devamı yönünde sırf lafzen yasalarda yazıyor diye vicdani olmayan kararlar vermeye (istekli) olması, uydum kalabalığa tarzında vicdan muhasebesi yapmadan kararlar vermeye devam etmesi doğru mudur?
En azından bu yasaların değişmesine yol açacak şekilde kararlar oluşturması gerekmez mi? Hukuk adamı ile kanun adamı her zaman aynı kişi midir? Ve hayret ediyorum, çok muteber hukukçu akademisyen, siyasetçi ve bilhassa yargıçlar, hani vicdanları zorlayan bir yasanın hukuki meşruiyeti bir tarafa, yasal meşruiyeti de kalmamıştır, mülgadır, geçersizdir diye defalarca söylediklerini sağır sultanlar duymuş, birkaç vicdanlı ve yürekli yargıç bu yönde kararlar vermişken nasıl oluyor da bizim yargıçlarımız, yargımız hala bu çağ dışı yasaya göre çığlıklara kulak tıkayarak hüküm kurmaya devam ediyorlar..
Aklım, vicdanım ve iz’anım almıyor..
Önce bir haksızlık yapmamak için ifade edeyim; hem yasayı doğru bulmadığını ve hem de zaten uygulanamaz durumda olduğunu ifade eden ve yazan(adalet.org) yargıçlarımızı ve savcılarımızı tenzih ediyorum.. Onlara hassaten teşekkürler ediyoruz..
Ancak, affınıza sığınırım, bazı yargıçlarımızın (adalet.org) bu zulme öylesine ve mahirane sağdan soldan yasallık(!) atıfları var ki; bilmem şu maddenin bilmem nesi, bilmem ne sayılamazmış da bu sebeple ceza verilmesine bir engel yokmuş da bilmem neymiş.. 'Açıklama' niye vardır? açıklama yapmak için, derler..
Kimi yargıçların bu tür kararları da sırf karar vermekle ve verdikleri kararı ‘açıklamak’la sınırlı kalıyor..
Vicdani ve çağdaş hukuk normlarına uyup uymadığı değil yasalara uygun olup olmadığı hatta kıyasa kaçan akıl yürütmelerle ceza vermeye yatkın olduklarını görmek çok üzücü geliyor bana..Bu yargıçların öylesine yasal(!) ‘açıklamalarını’ okuyorum ki bazen ‘ulan müebbet değil, haline şükret’ diyesim geliyor.. Cezanın gerekçesi sade ve yalın olması gerekirken, bir sürü atıflarla birbirine bağlanmaya çalışılan yasal terimler, maddeler, çok bilinmeyenli denklem benzeri formülleri ile aklı karışıyor insanın.. Sade ve yalın: - Borular kısa geldi, beyim..!
Bir grup bilim adamı kar ve tipiye yakalanır ve en yakın bir dağ evine sığınırlar. Ev sahibi Hasan emmi konuklarına sıcak bir şeyler ikram etmek için odadan dışarı çıkar.. Akademisyenlerin dikkati odadaki ısındıkları soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 m. kadar yukarda, üst üste dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar.
Kimyacı : - Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış..
Fizikçi : - Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş..
Jeolog : - Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış..
Matematikçi : - Adam sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış..
..türünde akademik ‘açıklamalar’ yaparlarken ev sahibi Hasan emmi içeri girer ve ona sobanın taşların üzerinde ve yukarıda kurulmuş olmasının nedenini sorarlar.
Hasan emmi: - Haa, borular kısa geldi, beyim..!
Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.
Montesquieu Bu sözü anlamak ve özümsemek bizim, yani ülkemiz için, toplumumuz için çok gerekli.. Bir yanda; bir masum kişinin bulunduğu, suçlularla, teröristlerle dolu bir gemiyi sırf masumu kurtarmak uğruna saldırılarına teröristlerin ateşine rağmen batırmamaya özen gösteren hukuk ve adalet anlayışı..
Diğer yanda; bir gemi dolusu masum insanın arasına karışmış bir cani teröristin ele geçirilmesi için, gemiyi tümüyle imha etmeyi göze alan, meşru gören bir hukuk ve adalet anlayışı..
Hangisi Alah’ın adaletine yakın ve biz hangi hukuk ve adalet anlayışına yakınız..Eh bu kadar ‘hukukçu’ bu kadar ‘yargıç’ olduktan sonra kendimce kararımı veriyorum.. Aramıza karışmış birkaç ‘dolandırıcı’ ile birlikte, binlerce namuslu esnaf, tüccar ve işadamını maddeten ve ruhen imha eden bu düzen hukuk ve adaletten bahsedemez..Bu kararın temyiz mercii Toplum Vicdanıdır..
İnananlar için “Hüküm ALLAH’ındır.”
Saygılarımla
Murat YALÇIN
ilgili konular: Adalet Bakanına Karşılıksız Çek Sorusu
Bizler artık sayıları milyonları bulan , ekonomik kriz sebebiyle çeklerini ödeyememiş esnaflarız.Yalnızca Türkiye Cumhuriyeti devletine haiz olan ‘’Çeklerin düzenlenmesi ve çek hamillerinin korunması hakkında kanun’’ hükümleri çerçevesinde adına para cezası denilen ve Anayasamıza, uydurulmuş bir kılıf maddesiyle HAPİS cezası almış tüccarlarız.Sesimizi duyuramıyoruz ,çünkü hepimiz kaçak durumda ve aranmaktayız.
YanıtlaSilÇeklerini ekonomik kriz sebebiyle ödeyememiş esnafımıza,bu çeklerini HAPİS korkusu ile ödettiren\ödettirmeye zorlayan,meclisimizi dolaylı olarak etkilemeye çalışan , Banka ve Factoringcilerin T.B.M.M ‘nin üzerinde bir yaptırımı olmasını kınıyoruz.Nitekim Başbakanımız ‘’T.B.M.M ‘nin üzerine hiçbir güç yoktur’’ demiştir.
2009 yılı itibariyle ekonomik krizinde etkisiyle bu zamana kadar katlanarak büyüyen ödenemeyen çek sayısı 3.5 milyonu aşmıştır.Esnafımızı , HAPİS ile korkutarak çekini ödemeye zorlamak, bu rakamlarla da görülmüştür ki imkansız bir hal almıştır.
Ödenemeyen bir çekin yasal sonucu olarak hapis cezası almış tüccarımız ,sadece alacaklı tarafın egosu için bu cezalarla karşılaşmaktadır.Cezasını tamamlayıp cezaevinden çıkanların bir çoğu, kendileri hakkında ceza davası açan alacaklının, borcunu ödemeye de yanaşmamaktır.Bu sebebledir ki artık çeklerde hapis cezalarının caydırıcılık boyutu kalmamıştır.Bu insanlık dışı kanunda alacaklı tarafa verilen bir kağıt parçasının yaptırımı hapis olmamalıdır.ÖZGÜRLÜK ve HÜRRİYET teminat olarak verilemez.
Şuan itibariyle de yüzbinlerce kişi, haklarında hükmü kesinleşmiş ve kaçak bir vaziyette borçlarını kıt imkanlar dahilinde ödemeye çalışmaktadır.Cezaevindeki esnaflarımız hükümetimizden bu konuya acil bir çare beklemektedir.Sayıları milyonları bulan çek cezalısı esnafımızın oy potansiyeli düşünüldüğünde,bir siyasi partiyi meclise gönderecek sayılarla karşılaşılmaktadır.
Her fırsatta duyduğumuz, iyi niyetli-kötü niyetli ayrımı için TCK’ nın ilgili dolandırıcılık maddeleri ile bu sorun çözüme kavuşturulabilir.
Bizler artık babalarımızı istiyoruz.bizler artık eşlerimizi istiyoruz.çocuklarımız aç. Kaçak durumda olan esnafımızın evinden dışarı çıkmaya özgürlüğü yok bu sebepledir ki evlerine süt götüremeyen insanlar var.Bizlere bu özgürlüğümüzü veriniz.borçlarımızı ödemenin her şeyden önce kul hakkı olduğunu iyi biliyoruz.
Sizler,Bankaların, Factoring firmalarının, tefecilerin, eli çantalı lobi faaliyetlerinin değil , biz esnafın vekili olduğunuzu gösteriniz.Bu zamana kadar yapılmış olan çek kanunlarında bir ilki gerçekleştiriniz.T.B.M.M.’ nin her kurumun ve kuruluşun üstünde olduğunu ispatlayınız.Likiditenin ve çeklerin ekonomide dönen payının hesabından çok,insan onuruna verilen değer ile hukukun üstünlüğünü ön plana alınız.
Çek kanunu’nun şuandaki haliyle, Anayasa’ya , Hukuka, Avrupa insan hakları sözleşmesine aykırı olduğu artık tüm kesimler ve kurumlarca bilinmektedir.Yeni kanunda bu hükümlerin kaldırılması hangi etken ve kurumlar tarafından engellenmektedir bilmek istiyoruz.Alacaklı tarafa hiçbir şey kazandırmayan , sadece egonun tatmini için kullanılan , adliyeleri ve mahkemeleri icra dairesine çeviren , iş yükünü artık altından kalkılmaz hale getiren , tüm otoritelerce insanlık dışı kabul edilen , sorgusuz ve savunmasızca hükmü verilen , cezası süre bakımından 5 yıl olan, ailelerin perişan olup dağılmasına yol açan , sosyal patlamaları yavaş yavaş tetikleyen BU YASANIN BİR AN EVVEL SONUÇLANMASI VE AVRUPA BİRLİĞİ NORMLARINA GÖRE UYARLANMASINI İSTİYORUZ. BİZ ESNAF OLARAK HALEN T.B.M.M. ‘ NİN ÜZERİNDE HİÇBİR GÜCÜN OLMADIĞINA İNANIYORUZ..
Karşılıksız Çek Vermekten Gözaltına Alınan Yönetmen Ezel Akay Tutuklandı Karşılıksız Çek Verdiği Gerekçesiyle Antalya'da Gözaltına Alınan Yönetmen Ezel Akay, Tutuklanarak Cezaevine Gönderildi.
YanıtlaSilKarşılıksız çek verdiği gerekçesiyle Antalya'da gözaltına alınan yönetmen Ezel Akay, tutuklanarak cezaevine gönderildi. Altın Portakal Film Festivali için geldiği Antalya'da bu sabah kaldığı Dedeman Otel'de polis tarafından gözaltına alınan Ezel Akay karşılıksız çek verme suçunu konu alan 3167 Sayılı Kanun'a muhalefetten Asayis Şube Müdürlüğü'ne götürüldü.
Daha sonra Antalya Adliyesi'ne getirilen yönetmen Ezel Akay'ın borcunu ödemediği anlaşıldı. Adliye nezaretinde sabah saatlerinden beri bekletilen Ezel Akay hakkında Fatih Adliyesi tarafından çıkarılan tutuklama müzekkeresi bulunduğu belirtildi.
Akay daha sonra tutuklanarak Antalya E Tipi Cezaevi'ne gönderildi.